GÜNCEMİZ
| Günce
PELŞİN TOLHILDAN
Şimdilerde siz öyle diyorsunuz; hiçbir enerji kaybolmazmış. Doğa doğaydı ve doğadır gözümüzde her zaman ama kaybolmadığı doğru…
İlk çocuğum düştüğünde rahmime yaşadığım korku vücudumdan yayılıp dalga dalga bastığım toprağa geçmişti! Titreşimden anladım. Yanı başımdaki ağaçlara geçti, yapraklarının rengi soldu, ondan anladım.
Doğanın güncesinde var her an’ımız. Nasıl yaratıldık an be an ve nasıl yarattık an be an. Sonra vahşi bir akıl ve ona uyan vahşi bir el gelişti. Tüm güncelerimizi yaktı, kesti, zehirledi, bombaladı… İzlerimize bile tahammülü yoktu. Vurulduk binlerce, tanıksız kaldık.
Önce bir ağacın altında tecavüze uğradım, ben ağladım, gözyaşlarımı toprak kaydetti. Çığlığımı tepemde benimle ağlayan ağaç… Sonra o vahşi akıl ve el beni öldürdü. Ağacı kesti ve benimle birlikte yaktı. Ben de, ağaç da, toprak da yandık.Kalmadı bir kaydımız, yok bir güncemiz.
Bin tanrılı ülkelerdik biz, bin tanrının kendisiydik, beğenmediler, ‘‘bir tanrı’’ dediler. ‘‘Ben’’ dediler.
Bin şehrimizi yaktılar, nerede dikili yeşil bir ağacımız varsa inancımıza nişane sayıp köküne kibrit suyu döktüler. ‘‘Lanetli’’ dediler. Ağaçlarımızı, kalemlerimizi, kitaplarımızı, kutsallarımızı bin muhteşem güzelliğimizi bin kara ateşle yaktılar, bin silahla vurdular. Kaydımızı sildiler. Yok saydılar bizi!
Hiçbir şey, hiçbir enerji doğada kaybolmuyor. Korkunun, sevincin dalgalanmasını hisseden doğa yıkımımı nasıl atlasın? Kemiklerimi basmış bağrına, yıkılıp yakılan şehirlerimi, parçalanmış da olsa heykellerimi, tabletlerimi, şiirlerimi, bana hitap eden sözleri.
Ben ana-kadınım. Bir göğsümde insanı bir göğsümde ceylanı, kuzuyu emziririm. Ben enerjinin sonsuzluğa akan bin muhteşem çeşidiyim. Doğanın tuttuğu trajedi-sevinç, varlık güncesiyim. Okunmamıştım, unutulmuştum, binlerce metre toprağın altında biriktirilmiştimbugüne.
Bin tanrılı inancın dişil gücüne saldıranlar geldiğinde tarlalardaydık. Bir grup orada vurulduk. Bir grup ana tanrıça tapınağında tartışıyorduk. Orada vahşice katledildik. Daha şanssız olanlarımız esir edildi. Dillerine, inançlarına yabancı olduklarının zorla karısı edildi. Her gün öldürüldüler. Hakaretlerle aşağılandılar. Yüreklerinden bin ağıt doğdu. Doğanın bin bir dilinde kaydedildi o ağırlar…
Anlayana, kadının var güncesi, okunmayı, dinlenmeyi ve çözülmeyi bekliyor. Şifresi: gönlünü aç, aç gönül gözünü…
Gücümüzü istiyorlardı. Kutsallığımızı, bereketimizi. Bin tanrının ışığı nasıl sığardı bir tanrının ruhuna? Dişinin ateşini nasıl taşırdı erilin bedeni? Derimizi yüzdü bir rahip, kanlı kanlı kendi bedenine geçirdi. Tılsımımız, gücümüz ona geçsin, topluluk onu ‘‘biz’’ diye kabul etsin diye. Tüm görkemli değerlerimizi çarpıtıp yalanla bezediler, ismimizi değiştirdiler, takıp takıştırdılar. Sonra kendilerine lanet getirir diye cehenneme attılar. Şeytan diye yaktılar, kötülük diye kovdular, uğursuzluk diye uzaklaştırdılar.
Ama toprağın yedi kat dibine de atsalar yutmadı beni toprak, çürütmedi… Kayalar, toprak bir oldu, rüzgâr, su bir oldu, güncemi tuttu. Tarih kadınla başlar!
Ya da dişiyle! Ortak atamızdır, tüm canlılara anadır, diyorsunuz ya; işte o, benim ilk halim! Güncemi tutan insanlardan önce bu toprak, bu taş bu denizler,bu ağaçlar…
Okumasınıbilenler için tırnaklarımı geçirdim uçurum kenarlarına, düşmemek için. Gidip bakın. Tapınaklarımda yakılırken dirhem dirhem eridim, kaydım var, bakın.
Yakılışlarıma, yakarışlarıma, parçalanan, tecavüz edilen, dağlanan, süslenip püslenip pazarlarda satılan bedenime, annemden koparılışıma, yavrumdan çalınışıma ağıtım var, dinleyin.
Bu evrenin her karışında, her rüzgârında, her yağmurunda, her ağacında, her hayvanının gizemli sesinde, tılsımlı bakışında, yağmurun usul usul yağışında, karın serpilişinde, rüzgârın asi avare esişinde güncem yazılı, okuyun…
Yazıyı ben buldum, ama yazıyla yazılmadım. Aldanmadım büyüsüne, yazılı tarih-yazısız tarih bir abartılı muamma. Kapılıp kaybolmayın girdabında. Daha başka nesnelere daha nesnelerle yazdık, yazıldık biz kadınlar, okuyun.
Açlık yutmak istediğinde klanımızı maharetli ellerimizle derlediğimiz otlara yazdık,
Kara kışlar dondurmak istediğinde kanımızı, büyük ailemizi ısıtan nefesimizle yazdık,
Savaşlar umudun zerresini bile zulmün kıyımından geçirirken geleceği muştulayan türkülerimize yazdık,
Aşkı, aşk kadınını, ana tanrıçanın Tiamat görkemini parçalarken açgözlü evlat, iktidar delisi Marduk, gözyaşlarımızdan doğan Dicle ve Fırat’la yazdık,
Ve çağlar boyu yengide yenilgide, kıtlıkta bollukta, neşede kederde Havva’nın günahkâr kızları olarak hep payımız olduğunu haykıran karanlık sese isyanımızda yazdık,
Elediğimiz öllüğe, astığımız eleğe, dokuduğumuz kilime, yaptığımız takıya, pişirdiğimiz ekmeğin tandırına, diktiğimiz ağacın meyvesine yazdık,
Yaşama, yaşamla yazdık,
Terle, öz suyumuzla, kanımızla, her zerremizle, her enerji dalgamızla her şeye her yere yazdık.
Sırlı bir şey yok bakmayı ve okumayı bilen gönül gözlerine…
Evrenin milyarlarca yıllık enerji serüveninde tanışıktır tüm acılar ve sevinçler,
kayıtlıdır bir gizemli kadın bahçesinde,
yazılıdır bilgelik ağacının her sayfasında…